Jak: Hoşgeldin Larry. Hoşgeldin Tracy. Aslında seninle başlamalıydım....
Tracy: Sorun değil.
J: Tracy Larry’nin nişanlısı ve aynı zamanda bir vokalist. Belki bu program içinde sesini duyabiliriz. Birkaç dakika sonra bizim için bir şarkı söyler misiniz?
T: Sevinerek.
J: Fakat ben Larry’ye bayağı eskilerden sorular sorarak başlamak istiyorum. Çünkü ben bir müzik hastası olduğumdan beri onu dinlerim. Larry, sizin 4 yaşınızdan beri caz müziği dinlediğnizi duydum. Doğru mu bu?
Larry: Hayır. 4 yaşındayken piyano çalmaya başladım. Fakat caz müziği ile ilgim 12-13 yaşındayken başladı.
J: Sizin Leonid Bolotine’dan klasik gitar dersleri aldığınızı okudum.
L: Evet 1965’deydi ve 1966’da. Bu benim için çok önemli idi.
J: Klasik müziğe cazdan önce mi başladınız?
L: Evet biraz daha önce. Ama tam klasik değildi. Evde çalınanlardı. Biraz Ravel... Biraz... Evde caz da çalınırdı. Annem piyano çalardı ve evde George Shearing’in nota kitabı vardı. Ve George Shearing’in akorlarını büyüleyici bulurdum.
J: Gitara ne zaman başladınız ve gitar çalmaya nasıl karar verdiniz?
L: Gitara 14-15 yaşlarında başladım ve yanımda taşıyabildiğim için gitar çalmaya karar verdim. Piyanomu yanımda taşıyamıyordum. Ayrıca piyano daha bir geleneksel çalgıydı. Gitar da heyecan veren bir çalgıydı ve gençler için daha uygun olduğuna inanıyordum. O yaşlardayken yani.
J: Değişik müzisyenlerden etkilendiğinizi okudum. Bazı eleştirmenler Al Farlow, Barney Kessel, Johnny Smith.... diğerleri de Wes Montgomery’den..bahsediyorlar..
L: Kesinlikle.... Hepsinden.
J: Demek hepsinden... ama Wes Montgomery o yaşlarda hepimizin ilahıydı.
L: Dün akşam Freddie Cole ile beraber olan Jerry Bird, Wes Montgomery’nin gitarlarından birine sahipti. Sonra ne yaptı? ... sattı mı?
T: Yok başka bir gitar ve biraz para karşılığı başkasına verdi.
L: Fakat biz aynı nesildeniz. O da Wes Montgomery takıntılı. Dün akşam bir ara bir parçanın sonlarında tam Wes Montgomery’ye benzer bir tarzda çaldı. Şarkıyı hatırlamıyorum ama... Ruhlar.... Omuzlarına konan ruhları, hayaletleri görebilirdiniz. Jazz Center’daki dün geceki Freddie Cole Dörtlüsü konseri çok güzeldi. Şaşılacak şeydi. Sesi abisininkine inanılmaz benziyor.
J: Bir dönem Ravel, Korsakov, Starvinski gibi klasik müzik eserleri yorumladınız. Ayrıca Hint müziği dönemleriniz de oldu. Sizi Doğu müziğine ne itti? Aslında bunu stüdyo sıramı beklerken konuşmuştuk ama dinleyicilerimiz de merak ediyorlardır.
L: Ben 1960’larda caz müzisyenlerinin, bir çok caz müzisyeninin, müziklerini genişletmek amacı ile caz-olmayan müziklere baktıkları dönemlerde büyüdüm. John Coltrane de Ravi Shankar’ı çok severdi. Stravinski’yi de severdi. Coltrane’in beğendiklerini herhalde ben de beğenebilirim.
J: Evet anlıyorum. Babylon’da George Brooks ile çalmıştınız.
L: Evet George Hindustani ve Karnatik müziği gerçekten incelemiş çok az Batılı müzisyenden biridir. Ve bu müzikleri tamamıyla Batılı olan bir çalgıya, saksofona taşıyabilmiştir. İyi bir iş yaptı.
J: Evet çok iyidir. Dışarıda da sözünü etmiştim. 1973 mü 1974 müydü hatırlamıyorum ama 11th House’u çıkardığınız zaman ben de eşim de uçmuştuk. O zamandan beri de benim ilahlarımdan biri oldunuz. Ve Jazz-rock fusion’ın öncülerinden biri olduğunuz söylenir. Hatta Downbeat dergisi sizin için fusion’ın babası diye söz etti. Sizin fusion kavramınız ne; siz çalarken o müziğe fusion diyor muydunuz?
L: Fusion diye adlandırmıyorduk. O zamanlar iş yapmaya çalışan gruplardık. Ekmek parası kazanmaya çalışıyorduk. Ve temeli caz olan ama o zamanki pop müziğinde olan güçlü unsurları kullanarak kendi müzik türümüzü bulmanın iyi olacağını düşünüyorduk. O zamanlarda Beatles, Rolling Stones, Bob Dylan’ın müzikleri jazz olmasalar da ilgilenebileceğimiz öğeler taşıyorlardı. Ve böylece tarzları karıştırıyorduk.
J: Ayrıca bizi sürekli şaşırttınız. Önce elektrikli gitar yeteneğinizle, sonra da , sanırım 1974 veya 75’te şahane bir şekilde akustik gitar çalmaya başladınız. Bizi hep şaşırttınız ve sanırım bir karar da vermediniz. Her iki çalgı da sizin çalgınız. Böyle diyebilir miyiz?
L: Kesinlikle. Akustik gitarı çok seviyorum. Akustik çaldığınız zaman gitar farklı bir çalgı oluyor.
J: Sizin gitarınızı ilk duyduğumda biraz Jimi Hendrix’e benzettim....
L: Teşekkürler...
J: Çok şükür... alınırsınız diye korktum...
L: Dalga mı geçiyorsun?. Jimi Hendrix’i tanırdım.
J: Sonny Sharrock’a da benzetirdim.
L: Sonny Sharrock mu? Çok iyiydi. Onu da tanırdım.
J: Onunla hiç çaldınız mı?
L: Sonny Sharrock’la Herbie Mann’in grubunda çaldım.
J: Memphis Underground projesinde mi?
L: Memphis Underground projesinde. Çok da iyi bir insandı. Biz Prens deriz. Bir prens gibiydi.
J: Bir çok gitaristle birlikte çalıştınız. Philip Catherine,
L: Büyük müzisyen...
J: John McLaughlin
L: Büyük müzisyen...
J: Emily Remler....
L: Büyük müzisyen...
J: John Scofield, Joe Beck, Steve Khan, Brian Keane, ve sanırım bir çok gitaristle...
L: Bireli Lagrene...
J: Bireli Lagrene evet. Yakınlarda bir projeydi sanırım. En iyi titreşimi hangisi ile yakaladınız?
L: Philip Catherine ile yaptıklarımızdan çok keyif aldım. Ama söz ettiğin her kişi ile keyif veren farklı bir kişisel kimya yaşadık. John MCLaughlin ile çalmak bir futbol maçı gibiydi. Çok rekabetçi, agresif ve zor aşılabilen bir beraberlikti. Philip Catherine ile birlikte çalarken genelde kolektif doğaçlama ile gitara geleneksel yaklaşımdan kurtulmaya çalışıyorduk. Besteler de farklıydı. Philip Catherine kusursuz bir besteciydi. John da kusursuz bir besteciydi. Bu, gelişimlerini 1960’larda başlatan Avrupalı gitaristler, hâlâ yaşıyorlar ve iyi gitar çalmanın yanı sıra çok da iyi besteciler. Çok iyi besteciler.
J: Philip Catherine ve Django Reinhardt için bir şarkı yazdığınızı hatırlıyorum...
L: Evet.... Blues.... Hayır o Stephan, Stephan Grapelli içindi.
J: Fakat “For Philip and Django” adlı bir parçanız vardı....
L: Tamam Tamam!. Ama onu hatırlamıyorum.
J: Sizin için çalarım bir ara... Bir müzik arası verelim. Son albümünüzden bazı parçalar seçtik.... ama belki de bundan önce, “Elektrikleşmeden” önce, Tracy bizim için bir şarkı söyleyebilir.
L: Ben de söyleyeceğim... Küçük bir bölümünde ben de söyleyeceğim.
.....
J: Ben sevgili dinleyicilerimle konuşurken flört mü ediyordunuz?
T: Onun kabahati...
J: Hiç bir sakıncası yok... Çok güzel
L: Sakıncası yok....
J: Eskilerle ilgili bir soru daha... Sizin bir ara Coryells adlı bir albümünüz vardı. Oğullarınızla birlikte çalıyordunuz. Bazı besteler de onlarındı. Şimdi ne yapıyorlar? Hâlâ müzikle ilgileniyorlar mı?
L: Tamamen. Her ikisi de çok meşgul. Büyük oğlum Woodstock, New York’ta yaşıyor. O bölgede çalıyor. Oraya Mid Hudson Vadisi denir. New York City’de de çalıyor. Bu aralar Orta Batı’da çalışıyor. Oralarda büyük bir blues düşkünlüğü var. Kendisi bir blues gitaristi, şarkıcısı ve bestecisi...Ve kardeşi, yani küçük oğlum, 33 yaşında ve adı Julian. Julian Los Angeles’ta yeni yaptığım bir DVD’de çaldı. Bu DVD’de, Herbie Mann’den ayrıldıktan sonra yaptığım bazı fusion müziklerini çaldık. Herbie Mann’den ayrıldıktan sonra şarkı söyleyip, daha önce konuştuğumuz, tarzları karıştırdığım dönem yani. Çok iyi bir DVD oldu... Davulcu da Bernard Purdie... Kontratı yeni yaptık. Gelecek yıl çıkacak herhalde. Fakat Julian, ayrıca, Leonard Cohen’in müzik direktörü olacak. Cohen bir turneye çıkacak ve Julian turnenin müzik yönetmeni olacak. Julian iyi bir caz müzisyeni. Çok iyi bir caz müzisyeni ama rock ve popta da çok rahat.
J: Sizin caz dinleyicilerinin de rock dinleyicilerinin de sevdikleri bir çok albümünüz. Var... ama yeni albümünüz Electric.... Benim radyoda iki ayrı programım var... Biri şimdi davetlisi olduğunuz “Dünyanın Cazı” programı, diğeri de rock ağırlıklı bir program, adı da “Gitaresk.”
L: Aaa.. çok sevdim...
J: Ve Electric albümünü de her iki programda da çaldım. Benim için o kadar iyiydi yani. Fakat arkadaşım Volkan’la konuşuyorduk ve trio müziğinin eskisinden daha sert olduğuna karar verdik. Artık eskisi gibi sakin ve yumuşak değil trio müziği. Sizin bir önceki albümünüz Tricycles’ı da dinledik, sertti. Electric de sert. İki hafta önce de Trio Beyond buradaydı. John Scofield ve Jack DeJohnette’in grubu. Onlar da sertti. Bu bir trend mi? Veya farklı bir açıklamanız var mı...
L: Bir trend. İYİ bir trend. Çünkü trionun yumuşak ve nazik şekline her zaman dönebilirsiniz. Örneğin Scofield, gitarını patlatabilir, yüksek ve çılgınca çalabilir ama geri dönüp de güzel bir balad da çalabilir. Esneklik sağlıyor.
J: John Scofield hakkında bir espri yapmıştım. İki hafta önce buradaydı. Sürekli değişen iki şey var demiştim... Scofield buraya sık sık geliyor. Saçı azalıyor ve pedalları artıyor dedim.
L: Bu doğru... doğru... Pedallarını çok iyi kullanıyor.
J: Evet iyi gerçekten. İlk kullandığı zamanı hatırlıyorum. Biraz sakardı... Ama şimdi... üfff. Neyse izin verirseniz Electric’den bir parça dinleyelim... Kendi besteniz ve üçlü... Larry Coryell, Victor Bailey ve Lenny White... Ve BB Blues’u dinleyeceğiz.........
J: Dışarıda Türkiye’yi çok sevdiğinizi söylediniz. Buraya bir çok kez geldiniz. Ve Türk Kahvesi adlı bir besteniz var ama nasıl çaldığınızı bile hatırlamıyorsunuz...
L: Bugün dışarıda, uzun zamandır ilk kez çaldım ya...Hatırladığım kadarını çaldım.. Unuttuğum bölümleri var tabii
J: Biliyorum biliyorum. Bu aralar caz standartları müzisyenler tarafından tekrar yorumlanıyorlar... Bu yeniden yorumlamaların da sanki sınırları yok gibi.
L: Doğru
J: Fakat normalde cazın ön şartı olan doğaçlama ile bu yeniden yorumlamalar arasında farkların olması doğal, fakat bazen, bir şarkı “yeniden yorumlanmıyor”, yeniden yaratılıyor. Düşünüyorum ki, albümünüzdeki So What da böyle. Bu yeniden yaratmayı nasıl açıklıyorsunuz...
L: Bunu açıklamak bir zevk. Biz geçen yıl stüdyodayken, oturup ne çalacağımıza karar vermeye çalışıyorduk. Konuştuk, tartıştık, karar vermeye çalıştık. Victor dedi ki... “Beyler bir şey çalalım. Hepimizin bildiği bir şey çalalım ve kaydedelim. Artık başlamak zorundayız. Böylece çalmaya başladı; ben katıldım, sonra Lenny de katıldı. Yeniden yaratma tamamıyla kendi kendine gelişti. Ve Victor başlattığı için... Ben biraz introyu yaptım... o da tempoyu halletti.
J: Üst üste kayıt yapılmış mıydı?
L: Yok... Chesky üstüste kayıt yaptırmaz hiç...
J: Aferin Chesky’ye o zaman..
L: Evet chesky’ye aferin..
J: Size de aferin tabii.
L: Bizim için fark etmiyor... Her zaman içinde bulunduğumuz teknolojik ortama göre çalışırız. Live at Seattle projesinde de mesela, Tracy’nin vokalini yeniden kaydettik. Alttaki gitarla ilgili sorunlar oldu ve tekrar kaydettik. Fakat yine de canlı gibi oldu. Chesky’de tek mikrofon, bir kez çalarsınız ve tamamdır.
J: Ok o zaman So What’ı dinleyelim..
J: Larry, zamanımız dolmadan önce yeni projelerinizden bahsetsek iyi olur diye düşünüyorum. Çünkü yakında yayınlanacak en az bir albümünüz olduğunu biliyorum. Bu aralar neler beklememiz gerektiğini anlatır mısınız?
L: Lenny White ve Victor Bailey ile yaptığımız Electric’in devamı Traffic olacak. Üçlü bir grup bu, ve kendimize CBW diyoruz. CBW’nun grubun hızlı bir akronimi olarak yerleşmesini ve insanların bizi böyle bilmelerini istiyoruz. CBW’da ben grubun 3’te bir üyesiyim. Üçüncü kim bilmiyorum ama aynı John Scofield, Jack DeJohnette grubunda olduğu gibi. CBW gibi bir demokratik grup içindeyim ama kendi bireysel grup lideri kişiliğimi de sürdürüyorum. CBW albümü Traffic adıyla ve yazın sonunda çıkacak.
Aynı zamanlarda çıkartacağımız diğer bir albüm de “Live At...”... Tam adı ... “Laid Back and....”. Tracy yardım et..
T: Adı “Laid Back in Blues... Live at the Skychurch in Seattle”
J: Ve Tracy de bu albümde, değil mi?
L: Evet dördüncü parçada şarkı söylüyor. Burada sizin için söylediği parçayı söylüyor.
T: O nispeten dosdoğru bir CD.
L: Thelonius Monk çalıyoruz.... Body and Soul....ve bir de Tracy adındaki bir parçayı çalıyorum. Onun için besteledim.
J: Her halükârda Tracy’nin seninkinden daha iyi bir sesi var. Belki de hatırlıyorsa albümde başka kimlerin çaldığını o söyleyebilir.
T: Evet. Mark Seals piyanoda. Gene Hodges davulda ve Chuck Deardorf basta. Dörtlü güzel..
J: Albümü dinlemek için sabırsızlanıyorum. Larry, gitarını eline aldın... bizim için bir şey mi çalacaksın?
L: Tracy’yi çalacağım. Ama şarkı söylemeyeceğim.
42:12
J: Albümde bir parça beni çok şaşırttı. Hiç beklemiyordum. Hatta dinlemeden önce ön yargılarım oldu... Sevmeyeceğim sandım...
L: Neymiş?
J: Sex Machine....
L: Sex Machine iyiydi...
J: James Brown? Nasıl yani? Fikir nasıl çıktı ve nasıl çaldınız?
L: Aslında Sex Machine adında 2 şarkı var. Biri James Brown’ın. Bu ise Sly & The Family Stone’un. Ve Lenny’nin fikriydi. Lenny’nin müzik zevki hayli geniştir. Yaşamı boyunca değebilecek her müziği dinlemiştir.
J: Her zaman funk çalardı..
L: Kesinlikle. Bu gece de funk çalacağız.
J: Bu iyi haber!
L: Funk çalacağız. Dün akşam Freddie Cole’un olduğu gibi yumuşak ve nazik olacağız....ayrıca kaba, yüksek, funky, agresif ve sert olacağız. Gerçekten sert çalacağız. Victor Bailey’in de çok güzel bir parçasını çalacağız. Adı Joyce’s Favourite. Yeni albümden. Her gece çalıyoruz ve ben her gece çalmak için sabırsızlanıyorum.
J: Traffic albümünde mi olacak?
L: Evet. Ayrıca Lenny de karısı için bir beste yaptı... Onun adı da Dedication. Onu da bu gece çalacağız.
J: İyi bu geceyi iple çekiyorum.
L: Dinleyicilerimiz üzülmesin. Bu gece birçok akustik müzik olacak. Victor her zaman “Biz John Coltrane’i, Miles Davis’i severiz, ama Snoop Doggy Dog’u da severiz” der. Hepsini seviyoruz.
J: Müzikte ilginç bir şeyler oluyor. Jacques Loussier de, siz de.. klasik müziği caza adapte ettiniz. Herbie Hancock da “New Standards” albümünde pop ve rock şarkılar işledi. Electric’de de sizin bu tür şarkılarınız var. Hint müziği yorumladınız ve çok güzel cazdı onlar da... Bu bana bir fikir veriyor. Tüm müzikler caz yorumuyla çalınabilir gibi geliyor. Siz de bunun iyi bir örneğisiniz.
L: Jak! Ben bunu gerçek yenilikçilere borçluyum. Ben bu fikirleri onlardan aldım. Bunlardan biri Dave Brubeck’di. “Blue Rondo a la Turk” ... Türk müziği kullandı. 20. yüzyılın en büyük bestelerinden biri. Çok iyi bir arkadaşımdı ve onu tanıdığım zamanlarda bana çok yol gösterdi. Hâlâ yaşıyor tabii ama artık birbirimizden uzak yerlerde yaşıyoruz. John Coltrane’e de teşekkür etmek zorundayım. John Coltrane’e, 1950’lerin sonları kadar erken bir dönemde Hint müziğinden fikirler kullanmaya başladığı için teşekkür ediyorum.
J: Naima ve diğerleri için...
L: Hepsi için. India.... inanılmaz bir parça... O şarkıyı ilk duyduğumda senin 11th House’u ilk duyduğundaki gibi olmuştum. Ayrıca Paul Horn adlı flütçüyü tanıyor musun? O da aynı şeyi yaptı. Diğer tarzları alıp caza getirdi. Şimdi de balinalarla çalıyor. Onlar seslerini çıkartıyorlar... o da flütü ile yanıtlıyor. Bunu biliyor muydun?
T: Düşük maliyet....
L: Düşük maliyet.... (Kahkahalar) Tracy çok esprilidir. Komiktir. New Jersey’lidir. Her şeye New Jersey’deymiş gibi bakar. İyidir...Orkestraya para vermek zorunda kalmıyorsun.
J: Yakında kendi albümünün yapımcılığını üstlenecek. Bu tip şeyler düşünmesi gerek. Havaya girmeli...
L: Doğru. Bernard Purdie’nin fiyatını düşürmesini bekliyoruz...Victor Bailey’den de rica edeceğiz Tracy’nin albümünde çalmasını. Hiç olmazsa bazı parçalarda. Tracy’nin yaptığı müzik tarzını çok sever.
J: Gerçekten güzel. Sesiniz de güzel, şarkı söyleme tarzınız da...
T: Teşekkürler.
J: Pogramı kapamak zorundayız. İzin verirseniz albümdeki çok beğendiğim Led Zeppelin parçası ile kapatmak istiyorum.
L: Güzel ... o da Lenny’nin fikriydi...